Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu
Yerli-Milli Teknoloji Geliştirme-Girişimci Yetiştirme ve Finansal Eko-Sistem
Hiç kuşkusuz ki, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin önündeki en önemli hedeflerden birisi Türkiye’yi hızlı bir biçimde DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜ GERÇEKLEŞTİRMEK VE DİJİTAL TEKNOLOJİ-GİRİŞİMCİLİK TABANLI İNOVASYON EKONOMİSİNE geçirmektir.
Bu nokta da bu sürece katkı yapacak ana parametre Türkiye’nin bir İnovasyon ve Dijital Teknoloji gelişim stratejisine ve politikasına sahip olmasıdır.
Türkiye’nin kendi bağımsız milli ve yerli teknolojisini üretmesi, dışarıya olan teknoloji bağımlılığından ve KONVENSİYONEL, VERİMSİZ ÜRETİM MODELLERİ –YÖNTEMLERİ kullanan endüstriyel üretim-üretim ilişkilerinden kurtulması ve elbette başta bilişim olmak üzere tüm ekonomik sektörlerde teknoloji ve ENDÜSTRİ 4.0-5-0 tabanlı büyümesi ve aynı zamanda ihracat rakamlarındaki katma değeri yüksek ileri teknoloji ürünlerindeki payını artırabilmesi ve her şeyden önemlisi toplam üretimi ve MİLLİ GELİRİ artıracak yeni bir ekonomi alt yapısının ve nitelikli insan gücü-insani gelişim kapasite inşası ancak Türkiye’ye özgü bir teknoloji geliştirme modeli veya sistemi ile mümkün olacaktır.
Bu itibarla, Teknoloji üretilmesi beklenen yerlerden birisi de teknoloji geliştirme bölgeleridir. Türkiye’de Teknoparklar bu bağlamda önemli bir misyon yüklenmiş olsalar dahi kendilerinden beklenen performansı Ar-Ge, patent sayısı, yıkıcı inovatif ürün geliştirme, on binlerce girişimci yetiştirme, bünyeden dünya çapında başarılı yeni start up veya unicorn firmalar çıkarma konusunda henüz istenilen başarıyı sergileyememişlerdir.
Türkiye’de bir çok alanda gözlemlediğimiz birlikte olamama, stratejik ortaklıklarla sinerji yaratamama, kendi başının çaresine bakma yani işbirliği (collabration) kültürü eksikliği bu alanda da kendini göstermeye başlamıştır.
Maalesef, birçok iyi niyetli girişime, devlet desteklerine rağmen özel sektör ar-ge merkezleri ve üniversitelere bağlı teknoknoparkların gelişiminde sayısal anlamda bir büyüme olsa dahi alınan paten sayısı, ortaya konan yenilikçi ürün yada marka sayısı veya genel anlamda teknoloji üretme konusunda içerik boyutuyla ciddi bir ilerleme sağlanamamakta ve bu konuda yeterli performans veya başarı ölçümleri yapılamamaktadır.
Tüm bu sıkıntıların en başında ise Türkiye’de inovasyon ve teknoloji gelişimini- üretimini, TEKNOLOJİ DEVRİMİ VE GİRİŞİMCİ BAZLI KALKINMAYI destekleyecek bir PLANLI, KURUMSAL, DEVLET DESTEKLİ, ÖZEL SEKTÖR İŞBİRLİKÇİ eko ve finans sistemi henüz kurulamamıştır.
Oysaki Türkiye’ni tarım sektörüne dayalı bir ekonomik gelişim modelini uyguladığı dönemde Ziraat Bankası kurulmuş, ticari yaşamı düzenleme sürecinde ise esnafa yardımcı olması için Halk bankası ve Sanayileşme politikasında da İş Bankası o dönemler için kalkınmanın finansman boyutunda çoğu zaman devlet adına hareket ederek, eko sistemdeki yerlerini almışlardır.
Bu bağlamda, bugün benzer bir biçimde inovasyon ekonomisinin ve bunun en önemli unsurları olan girişimcilik, yaratıcılık, tasarımcılık ve buna bağlı binlerce küçük ölçekli işletmenin devlet öncülüğündeki risk sermayesi, devlet-özel sektör ortaklığı, özel sektörünün Ar-Ge yatırımları-işbirliği, devlet kalkınma ajansları ve melek yatırımcılar vasıtası ile desteklenmesi, EKONOMİK SEKTÖRÜNÜN yaratılması gerekmektedir.
Bu çerçevede, ABD, İngiltere, İrlanda, İsrail, Güney Kore, Japonya, Almanya, Danimarka, Hollanda, Finlandiya gibi birçok ülkedeki örnekler incelenebilir ancak bu durumda en iyi örnekleri Türkiye’ye için referans almadan, Türkiye’ye özgü sistemi kurmadan önce unutmamak gereken üç önemli Türkiye gerçeği vardır:
Birincisi, Türk eğitim sisteminde (yüksek öğretim dahil) eksik olan araştırma kültürü, Ar-Ge alt yapısının inşası ile birlikte milli eğitimde yetenek gelişimine (Skill development), analitik zeka, yaratıcılığa dayalı eğitime ve yükseköğretimde İnovasyon- Ar-Ge üniversitesi modeline geçiş, eğitim içinde üretim-üretim içinde eğitim felsefesinin benimsenmesi, Merkezi Sınavlara dayalı Ezberci ve beceri-yetenek-entelektüel donanım kazandırmayan eğitim sistemlerinin terk edilmesi gerekir.
İkincisi, İstisnalar hariç genel anlamda Türk işveren kültüründe orta-uzun vadede dönüşü olan ar-ge yatırımlarına yönelik sabırsızlık, iştahsızlık ve isteksizlik yani her şeyi devletten bekleme, devletten beslenme alışkanlığı ve başka bir ifade ile sıcak ve hızlı akan parayı sevmeleri-devlet kaynakları-teşvikleri-muafiyetleri üzerinden kolay-zahmetsiz kazanma alışkanlığı kısacası vur kaç ya da kolay parayı bul kaç zihniyetinin hakim olması ve melek veya girişim yatırımcılığına henüz ilgi duymamalarıdır.
Üçüncüsü, Türkiye’de bilimin teknolojiye ve teknolojinin ürüne dönüşmesine yönelik bir organizasyon ve işbirliği kültürü çerçevesinde yani üniversite-endüstri ve devlet’in hala bir araya gelememesidir.
Son olarak ve tüm bu üç temel sorunun üzerinde yer alan en önemli eksikliğimiz dijital teknoloji devriminin ve buna bağlı olarak gelişen ve insan yaşamına damgasını vuran tüm inovatif-yenilikçi ürünlerin veya markaların ağırlıklı olarak demokrasinin-özgürlüğün-eşit fırsatın-sosyal adaletin yüksek olduğu, insanlarının hayal kurabildiği, bilimsel eğitimin yapıldığı, sistemin sadece büyük konvensiyonel sermayeyi değil entelektüel sermayeyi de desteklediği gelişmiş ülkelerde üretildiğini görmemiz gerekiyor.
Ekonominin genelinde ve birçok sektörde yaşanan yurt içi ve yurt dışı yatırımcı üzerinde oluşan güven kaybı özellikle teknoloji odaklı sektörlerde faaliyette bulunan çokuluslu firmaların Türkiye’ye yatırım yapması konusunda da karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada bu firmaları ülkemize getirecek güven ortamının ve yatırım ikliminin sağlanması suretiyle özellikle Ar-Ge çalışmalarını Türkiye’ye taşımaları boyutuyla bir devlet politikasının veya teşvik sistemlerinin yatırımcı için yeterli cazibeyi ve altyapıyı oluşturması önem arz etmektedir.
Tüm bu altını çizdiğimiz hususlarda Türkiye’nin çok ciddi düşünsel, kültürel, organizasyonel, insan kaynakları, kurumsal/radikal finansal yeniden yapılanmaya ve elbette güçlü siyasi iradeye, sürdürülebilir işbirliklerine, küresel-ulusal politik çözümlere her şeyden önemlisi PLANLI-STRATEJİK MİLLİ BİR POLİTİKA VE PROGRAMA ihtiyacı vardır.