H. Yücel Koç
Tezgâh
Tezgah Farsça’dan dilimize geçmiş, sık kullandığımız kelimelerden birisi. Ben de çok kullandığımı fark ettim. Gerçekten işe yarar bir kelime. Olumlu, olumsuz birçok farklı anlamı var. Türkçe’de ise tek kelimeyle söyleyebileceğimiz karşılığı yok. Farklı anlamalarını açıklamak için birden fazla kelimeye ihtiyaç var.
Aile şirketleriyle ilgili işleri anlatırken “tezgâh” kelimesini kullanmayı seviyorum. Anlatımı daha etkili kıldığına inanıyorum.
Aile şirketlerinde birinci kuşak isteyerek, istemeden; bilerek, bilmeden; tasarlayıp, tasarlamadan bir işe başlıyor. O iş büyüyor, önemli bir yapıya ulaşıyor. Ekonomik bir değeri oluyor. İşte bu yapıya “tezgâh” diyorum. Tezgâh benim kullandığım anlamıyla içinde çok olumlu anlamlar barındırıyor. Öncelikle kurucuların yıllarca verdikleri mücadeleleri, çileleri, emeği ifade ediyor. Çektikleri acılar, katlandıkları özveri bu olumlu anlamı pekiştiriyor. Tecrübeyle yoğrulmuş bilgi birikimi de cabası. İçinde sağlamlık, tutarlılık ifadeleri de var. Tezgâhı kuranlar için o tezgâhın hayatlarındaki anlamı çok önemli. Hatta hayattaki en kıymetli değerleri bile olabiliyor.
İşin özü tezgâh kurmak zor ve zahmetli bir iş. Sonra ikinci kuşak geliyor. Çok zaman kendisini tezgâhın ortasında buluyor. Tezgâhı algılamaya çalışıyor. Anlayan, yürütülen faaliyetin daha sistemli hale gelmesi gerektiğini düşünüyor. Tezgâh başka bir biçime evriliyor. Anlamayan önceki kuşakla, sonraki kuşaklar mücadele içine giriyor. Sonrası eski tas eski hamam, hayatı idame çabası. Ama idamesi güç, acılı bir süreç.
İkinci kuşağın daha genç temsilcileri ve onlardan sonraki kuşakları tarif etmek daha zor. Büyük çoğunluk çıktığı yumurtayı beğenmeme yanılgısında oluyor. Yaratılan değer onlar için, değeri yaratanların inandıkları kadar kıymetli değil. Bir kısmı da çekilen zahmetleri, verilen emekleri hiç anlayamıyor. Değişim istiyor ama değişimi tarif edemiyor. Genellikle de anlattıkları değişime kendilerini hazırlayamamış oluyorlar.
Sonuç, çok az sayıda sonraki kuşaklara taşınabilmiş tezgâhlar. Maalesef şirketlerimizi sürdürülebilir kılma başarısını gösteremiyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Anadolu Kaplanı tabir edilen ailelerden birisinin üçüncü kuşak temsilcisi ziyaretime geldi. Ailenin farklı iş kollarında faaliyetleri var. Genç, İstanbul’un iyi okullarından birisinde okuyor. Aile bu genci radikal buluyor. Hayata farklı pencereden bakabilen bir genç. Günceli takip ediyor. Teknolojiye hâkim. Okurken gelir elde etmenin yollarını bulmuş. Aslında armut dibine düşmüş. Ailesi iyi tüccar ve ciddi bilgi birikimine sahip. Farkında olmadan o bilgi birikimini özümsemiş. Hem okuyor, hem para kazanıyor. Ama edinimlerinde ailesinin de katkısı olabileceğinin farkında değil. Ailesinin iş yapış şeklini eleştiriyor. Mevcut sistemin içinde yer alamayacağına kendisini inandırmış. Okul bitince memlekete dönmeyi düşünmüyor. Kendi tezgâhını kurmanın hesaplarını yapıyor. Aile büyüklerinin bu işi kaç yıl daha sürdürebileceklerini hiç hesaplamamış. Şirkette profesyonel işlerin önemli bir bölümünü de aile bireyleri yapıyor. Onlar işten el çekince işlerin nereye gideceğini de düşünmediği anlaşılıyor.
Düşünsenize hayata farklı pencereden bakan, teknolojiye, güncele hâkim yeni bir kan şirkete neler katabilir?
Böyle gençler okul sonrası ailenin faaliyet gösterdiği benzer alanlarda veya yakın alanlarda çalışmalı. Edindiği deneyimlerle kendi aile şirketine dönüp entegre olmalı. Bunun için ailenin önceki kuşakları da çaba harcamalı. Bunu yapabilirsek kuşaktan kuşağa aktarılan işletmelerimiz olur. Sürdürülebilir yapılar kurabiliriz.
Gençler de işletmelerini, tezgâhlarını bu günlere taşıyan bilgi birikimine inanmalı, itibar etmeli. Bu birikimden hiç farkında olmadan özümsedikleri değerlerin farkındalığına varmalı. Gelinen noktayı daha ileriye taşıyabilmenin de çağdaş yollarını bulmalı ve zorlamalılar. Sonra da kendilerine aktarılan tezgâhı kendilerinden sonra gelecek olanlara aktarmanın sorumluluğunu taşımalı ve bunu başarmanın keyfini yaşamalılar.
Kuşaktan kuşağa aktarılabilen değerler yaratabilmek dileğiyle.