Çalışma Hayatı ve Teşvik Sistemi Sektörümüzün Öncelikleri Arasında
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, deneyimli sanayici Erdoğan Çiçekçi:
Plastik sektörünün ve Türk sanayiinin deneyimli isimlerinden Erdoğan Çiçekçi, sektörün hammadde üretimi ve işlenişi olmak üzere her iki tarafında da görev yapan az sayıdaki kişilerden biri. Petkim’deki görevinden ayrıldıktan sonra plastik sanayiinde girişimci olarak çalışan Çiçekçi, ekonominin liberalleşme ve plastik sektörünün
-Yarımca Petkim, ilk görev yaptığınız ve plastik sektörüne adım attığınız kuruluş olmuş. O günleri biraz anlatır mısınız?
Petkim’de işe başlamamın üzerinden 47 yıl geçti. 1968’de 21. mühendis olarak Petkim’e girdim. O günlerde, Yarımca tesisi ABD’li bir müteahhit fi rma tarafından inşa ediliyordu, etraf hala kiraz bahçeleriydi ve bahçeler yeni sökülüyordu. Çok güzel kirazlar olurdu, lojmanlarımız kiraz bahçelerinin arasındaydı, önce lojmanlar yapılmıştı.
Petkim Yarımca kompleksi Türkiye’nin ilk plastik hammadde tesisidir. Yıllar sonra Aliağa kompleksi yapıldı, Yarımca kapatıldı söküldü ve Tüpraşa verildi. Yarımca ve Aliağa’da toplam 12 yıl çalıştım ve Başkan Yardımcılığına kadar yükseldim. 1980 yılında ihtilalden bir hafta evvel istifa ettim, toplu sözleşme ve kapsam dışı yönetmeliğine göre tazminatımı alabilecektim ve o sıralarda kıdem tazminatı tavanı yoktu. 12 yıllık hizmetin karşılığı 5,5 milyon TL dolayında ciddi bir kıdem tazminatı oluşmuştu. Çalışanlarında, bizimde maaşlarımız çok yüksekti.
-Neden ayrılmayı düşündünüz?
1980’e gelinceye kadar 11 hükümet değişmişti. Yüksek kademede görevli olunca, tabii ki hükümet değişiklikleri size de yansıyor. Yönetim kurulu üyeleri değişiyor, siyasetçilerden gelenler oluyor, yönetim kurullarına emekli paşalar, eski milletvekilleri atanıyordu. Gelenler de hep kendi ekibini, adamlarını getirmek istiyordu. 1970 ile 80 arasında ülkemizde döviz sıkıntısı çok artmıştı. Hammadde ithal eden ve üreten tek kurum Petkim’di ve bütün ithalat görevi de Petkim’e verilmişti. Serbest rejim yoktu, sanayici dışarıdan hammadde getirebilir diye bir izin yoktu. Sanayicinin cebinde para olsa bile hammaddeyi kendisi getiremiyordu. Sanayici parayı dışarıda ödüyor, hammaddeyi pektim ithal ediyor ve ithal ettiği hammaddenin büyük kısmını o sanayiciye veriyor, geri kalan kısmını piyasaya çok çok yüksek fiyatla satıyordu. Petkim tek hammadde sağlayan kuruluştu. Her hafta ürettiği malı Cuma günü ilan ediyor sanayiciden parasını alıyor ve elindeki kriterlere göre az bile olsa tüm sanayiciye hammadde veriyordu. Hammadde hiçbir sanayiciye yetmiyordu.Piyasada hammadde 25-30 kat karaborsa fi yatıyla satılıyordu. Petkimde ambarlarda yerden süpürdüğümüz karışık hammaddeler ihale yoluyla satılıyordu. Standart afi şe fiyatların 10 katı fiyatına kadar teklif verilerek bu süpürülmüş mallar kapışılıyordu. Böyle bir dönem 1980 ihtilaline kadar 2-3 yıl sürdü.
Dolayısıyla her şeyin yok olduğu devirde, menfaat için siyasetçinin aracılığı devredeydi, yalnız siyasetçiler değil işçi sendikaları da başka bir açıdan devrede idi. İstanbul’a Yarımca Petkim’den giderken, yol kenarında gördüğünüz örneğin 300 sanayi kuruluşu varsa, bunun 30-40 tanesi kapalı, 100 tanesinin kapısında grev ilanı asılı, diğerleri de paçasını kurtarmak için işçinin emrine girmiş durumda çalışan tesislerdi. Sendika, senin kadar bende bu işyerinin sahibiyim, seninle beraber yönetime gireceğim diyordu. Nitekim Petkim’de işçi temsilcisi de Petkim yönetim kuruluna girmek için toplu sözleşme müzakerelerinde yetki almıştı. Sendikaların fiilen işletmeye,yönetime karışma dönemi başlamıştı.Yokluk içinde olan ülkemizde Toplu sözleşmede hergün işçiye şu kadar süt, şu kadar yağ, şu kadar deterjan verilir ve markaları şunlar olacaktır yazıldığı için zorlukla başka markaları bulup aldığımızda bunları reddediyor, yönetim kurulunun çıktığı merdivenlere bu gıdaları yığıyorlardı.Yönetimin ak dediğini onlar siyah der hale gelmişti, sendikalarla işyeri ilişkileri tüm Türkiye’de gerilmişti.
-Ayrılış süreci nasıl oldu?
İhtilalden bir hafta önce istifa ettim ama henüz ilişkimi kesmemiş,fi ilen ayrılmamıştım. İhtilal günü gecesi lojmandan çağırıldım, hanımla vedalaştım,ihtilal olmuştu ama nasıl bir ihtilal olduğunu bilmiyordum. Merkez binaya ciple gittim. Kompleks Başkanı da oradaydı, Jandarma Albayı ile görüştük, bize Petkim’de arama yapılacağını söylendi. Sabah arama yapıldı ve bazı suçlara karışanları,silahları buldular. Tütün Çiftlik Bankası soygununun katillerinin birkaç kişisinin bizde çalıştığı ortaya çıktı.
İhtilalden bir gün sonra Milli Birlik Komitesi bütün istifaları dondurdu. Dondurunca mecburen çalışmaya devam ettim. Birkaç gün sonra istifaları tekrar açtılar ve istifamı yürürlüğe koyup işlem yaptılar, tazminatımı aldım. O günün akşamı, Milli Birlik Komitesi tekrar yasak koydu ve kıdem tazminatına tavan geldi. Ben paramı almış ve ayrılmıştım.
-Çok kısa bir süre içinde, serbestleşme, çalışma hayatı ilişkileri vb. konulara değinmiş oldunuz. Bugün de benzeri sorunlar var, nasıl bir ders çıkarabiliriz o günlere bakarak?
Petkim’de Türkiye’nin hemen hemen bütün plastik sanayicileri ile tanışıyorduk. Çünkü satış bölümünün başkan yardımcısıydım ve satış müdürlüğünden geliyordum. Petkim’den ayrıldıktan sonra sanayiciliğe başladım.Fizik Yüksek Mühendisi eğitimi almış ve uzun yıllar Petkim Teknik Servis’te Plastik tatbikatları ile ilgil çalışmalarım olmuştu. O gün için geçerli olan bütün plastik uygulamalarını ve hammaddelerini biliyordum.
Ülkemizde şöyle bir özelliği var plastiğin; dünyada plastik hammaddesi üretildikten 7-8 yıl sonra Türkiye’de de plastik hammaddesi üretimi için dış ülkelerle ilk görüşmeler başlamış ve hammadde 20 yıl kadar sonra Petkim’de üretilmiş. Türkiye’de plastik sanayinin bu kadar gelişmesinin altında Yarımca kompleksinin erken üretime geçmesi yatar. Rahmetli Kazım Canatan ve Doğan Eltutar gibi büyük kimyagerlerin plastiğin geleceğini görerek bu tesislerin kurulmasına devlet nezdinde öncülük etmeleri büyük bir hizmet olmuştur.
Benim bildiğim sanayiciler küçüldüğünde, kayba uğradığında sonuçtan sadece kendileri sorumlu değildir, bu çerçevede sorumluluğun büyük bir kısmı hükümetlere de aittir. Eskiden koalisyon hükümetleri zamanında kararlar geç alınırdı, ancak itirazlar yapıldığında düzeltmeler yapılırdı. Daha sonra AB süreci başladı, uyum süreçlerine çok hızlı girildi. Altyapı kurulmadığı için çalışma hayatı maalesef iyi gelişemedi, itirazlarda dikkate alınmadı.
Kapalı bir ekonomiden liberal ekonomiye geçerken, kapalı ekonominin verdiği avantajlarla ayakta kalan sanayicilerden kurtulanlar devam etti, kendini değiştiremeyen tedbirlerini alamayanlar küçüldü veya kapandı. Liberal ekonomiye geçildi ama rekabet yaptığımız ülkelerle kendi ülkenin iş koşullarının temel mukayesesinin yapılması gerekir. Rakip devletlerin üreticisine verdiği devlet desteklerini bildiğimiz halde, kendi ülkeniz için önlemleri almazsanız ülkeniz sanayicisi için sıkıntı doğar. Mesela Çin’den uzun yıllar çok kalitesiz ucuz ürünler ithal edilmiştir. Şimdi onlar kalitesini biraz düzeltti ama geçmişteki kalitesiz dönemde hükümetlerimiz ülkemiz sanayisini korumak için ithalatta standart mal kurallarını laboratuar testleri şartına bağlamaması nedeniyle sanayicimiz haksız rekabete uğradı.
İşin üretim kısmına gelince, üretim kısmında da öncelikle işyerinde çalışma koşullarının kanunlara ve yönetmeliklere uyması gerekir. Bu anlamda Türkiye’de tüm mevzuat tamamen AB mevzuatına döndü. Çevre mevzuatı uyumlulaştırıldı. Çalışma Kanunu, Ticaret Kanunu, İş Sağlığı ve Güvenliği yasaları çıktı. Bizden istenen sorumluluklar için sanayiciye ne destek sağlandı denildiğinde cevap ve uygulama olmadığı gibi AB mevzuatı budur, buna uyulması zorunludur denilerek sanayici kendi başına bırakıldı.
Dünyada bu sorunları 50 yıl önce çözmüş ülkelerle bizim rekabet etmemiz zor olmaktadır. Bu ülkeler 50 yıl önce uyumunu tamamlamıştır. Aynı şartlarda olmamız lazım ki rekabet edelim. Rekabete girdiğiniz anda birçok engel karşınıza çıkıyor. O engellerden birkaçını çözerek yarışı kazanmak mümkün değil.
KOBİ destekleri mesela. Fuar katılım desteği ödemesi 10-11 ay sonra sanayiciye yapılıyor. Pazarlama desteği yok, olan sair uygulamalardan da sonuç alınamıyor. Kobi sanayici tek başına bu dünyanın içinde mücadele etsin isteniyor. Büyük firmalar yapabilir ama KOBİ’ler yapamaz, yapamıyor da nitekim. Yıllarınızı ömrünüzü vermişsiniz, fabrikalarınızı kurmuşsunuz ama dünya küçüldü rekabet arttı, bu yarış için bize destek verin ayakta kalalım diyorsunuz devlet büyüklerimiz şunu tavsiye ediyor, kobiler için birleşin yeni teknolojilere geçin diyor, tavsiye kolay ama nasıl uygulanacak, bu bölüm masaya yatırılıp konuşulmuyor.
-İş sağlığı ve güvenliği konusunu biraz açabilir misiniz? Çünkü bu konu bir hayli eleştiri alıyor.
12 yıl Petkim’de yöneticilik, 33 yıl sanayicilik olmak üzere toplam 47 yıldır çalışma hayatı içindeyim. Plastik sektöründe iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini eski yönetmeliklere uygun olarak yıllarca yürüttük. 2013 yılında yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çıktı. Bu kanunda sağlık ve güvenlik önlemleri işyerinin risk analizi yapılarak iş yerleri sınıfl anıyor ve tedbirlerde buna göre alınıyor. Risk analiz çalışmalarını uzmanlar yapıyor.
Yönetmelikte uyulması gereken kurallar daha objektif ve net. Ama yıllarca sanayicilik yaptığınız mekan, makineler ve işçi düzenleriniz aynı iken, yeni kanun bu koşullarda ciddi değişiklik istiyorsa, düzenleme için ek yatırım dahi gerekse sizden belli bir tarihe kadar bunları bitirmeniz isteniyor. Bazı eksiklikleri gidermek kolay ama bazıları için ciddi değişikliklere finans kaynağı gerekiyor, bu durumlarda destek alınacak hiçbir fon yok.
Koalisyon devirlerinde, bir bakana diğer bakanlığı şikayet edip o yönetmeliği tasarı halindeyken durdurabiliyorduk. Şimdi ise öyle değil. Konuşacak insanı buluncaya kadar gidiyor. Bürokratla konuşmak çare değil , bürokrat daha radikal bir yönetmelik istiyor. Türk bürokratı çok sert. İktidar, durmadan mevzuat düzenliyor, sizin gidip değiştirmeye veya derdinizi anlatmaya kalktığınızda sizi dinleyenler hemen savunma pozisyonuna geçiyor ve AB’ye giriyoruz diyorlar, oysa AB nerede biz neredeyiz bu durumu iyi analiz etmek lazım.
-Teşvikler de tartışma konusu.
Evet, yıllar önce illere yönelik olarak bir teşvik sistemi getirilmişti. Önce 39 il, sonra 46 il’e çıktı. Buna itiraz ettik, hepimiz itiraz ettik ancak değiştirilmedi. O program bize çok zarar verdi. Mesela ben kendi çuval fabrikamı kapattım. Sebep Maraş’taki Urfa’daki teşvikli sanayiler benim çuval fi yatlarımın altında İzmir’de çuval satmaya başladılar. Tamam o yörelerde kalkınsın önemli bir iş ama biz neden zor duruma düşürülüyoruz, biz de bu memleketin parçası değil miyiz? Anlatamadık bu durumu. Benzer teşvik hataları yatırım teşviklerinde devam ediyor. Menemen Plastik OSB’de müteşebbis heyeti başkanıyım. Menemen’de kayaların üzerine OSB kurduk. Bizimkinden 20 km ötede, Manisa sınırı içinde bir başka OSB dördüncü grup teşviğe giriyor. Böyle bir şey gerçeklikle izah edilemez. Manisa ile İzmir arasında ne fark var.
Sonuçta şuraya varmak istiyorum: Sanayicinin düştüğü durum kendi hataları yüzünden hangi orandadır bilmem ama Türkiye birçok sanayicisini kaybetti. Dünyadaki gelişmeler nedeniyle kayıplar da var. Dünya o kadar değişti. Bugün bir gerçeği Türkiye’nin bilmesi lazım. Türkiye üretim odaklı bir ülke olmak zorundadır. Reel sanayii desteklenmelidir, plastik sanayii vazgeçilmezdir, plastik sanayiinin ayağına takılan akıl almayan engellerin kaldırılması gerekir. Plastik kendi kimyasal yapısı itibariyle tartışılabilir ama vazgeçilmez ürünler içindedir. Bunun üretim ve kullanımındaki getirilen endişeye yönelik yargılar yanlıştır. Dünyada böyle bir eğilim yok. Dünyanın bütünü plastiği kötü göstermiyor. Bizim çevrecilerimiz kötü gösteriyor. Dünyadaki üretim teknikleri dışında bir üretim tarzımız yok.
Plastik sanayicisinin haksız rekabet, teşvik eksikliği , çevre baskıları gibi nedenlerle hızı kesiliyor. Plastik OSB’lerin hızla teşvik edilmesi lazım. Ben teşvik edilmemekteki inadı anlaşılmaz buluyorum. İktidar olarak bu kadar güçlü bir hükümetin, sanayiciye “Senin lehine ben şunu yaptım, sen ne yaptın” demesi lazım.
-Merdiven altı, standart dışı üretim plastik sektörü tarafında sürekli gündemde bir konu?
Evet, bu bizim çok darbe yediğimiz bir noktadır. Her işte olduğu gibi bir kısmı devlet kurallarından korkan, bir kısmı da korkmayan sanayiciler var. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’de mali mevzuat tam anlamıyla eşit bir şekilde uygulanmıyor. Bizim işimizin merdiven- altı üretimi mümkündür. Bir usta aldığı kıdem tazminatı ve KOBİ kredisiyle başlangıç yatırımını yapabiliyor! İnsanların, “ben kendi işimi yapayım” deme hakkı yok mu? Elbette var. Geriye baktığım zaman bu yolla başlamış çok sayıda sanayici bulunuyor.Kimisi büyümüş ve kurallara uymuş, kimisinin vergi dairesinde kaydı yok, fatura kesmiyor, işçisinin sigortasını yatırmıyor. Haksız rekabetle herkesi vuruyor, bunun bir şekilde çözülmesi lazım.
Devletin yapmadığı şu, kayıt dışı ekonomiyle mücadeleyi zamana yaydı. Son 10 yılda yavaş ilerlendi. Birçok şeyler yapıldığına göre bu da yapılabilirdi ama yapılmadı. Öte yandan KDV’nin yüzde 18 olduğu ortamda kayıt dışı satanla mücadele edemezsin. Bunu da diğer argümanlarla çözmelidirler.
Bu durum bizi nereye götürür. Şu anda 71 yaşındayım. Eskiden, genç insanların işe yeni başlamış insanların şikayet ettiğini duymazdım. Şimdi ise genç nesilde çok iyi işi olanlar hariç herkes şikayetçi. Bu yorulma erken başladı. Sanayicilik emek isteyen iştir, akıl almaz derecede sorumluluk taşıyorsunuz. Sanayiciye yönelik kararları alırken bu insanlarla konuşmazsanız, kararları kendiniz herşeyi doğru yaparız havasıyla alırsanız insanlarda girişim ruhunu köreltirsiniz.
Birden bire iş yerleri kapanmaz ama yavaş yavaş bizden sonraki nesil sanayiciliğe heveslenmez, o zaman üreten değil hizmet eden topluma dönüşürüz.
-Geri dönüşüm konusunda ilk sanayicilerden birisiniz bildiğimiz kadarıyla.
1980’de Petkim’den ayrıldıktan sonra Türkiye’nin en büyük geri dönüşüm tesislerinden birini kurduk. Rahmetli Mazhar Zorlu ile ortak olarak Avrupa’dan büyük bir hat getirdik. Yedi sekiz yıl boyunca en iyi granülleri yaptık. Aliağa Petkim çok büyük kapasite ile üretime girince geri dönüşüm malı kullanılamaz oldu.
O noktada bir yanlışlık yapıp hep öyle olacağını zannedip tesisi kapattık. Şimdilerde geri dönüşüm lisansı almak, kurmak, çalıştırmak oldukça zor. İzmir’de geri dönüşüm lisansı olan 11 kişi ama 90 kişi lisanssız çalışıyor! Benim geri dönüşüm makinelerimi Türkiye Petrolleri aldı. Daha sonra çok pişman oldum. Şu anda bir geri dönüşüm hattım daha var ama o günkü gibi değil.
-Şu anda da çok yenilikçi sayılabilecek bir ürün üretiyorsunuz değil mi?
Komwood markamızla, plastik-ahşaptan oluşan yüzde 100 geri dönüşümlü kompozit malzemeyi üretiyoruz. Dış mekanlar için yer döşeme, pergole, korkuluk, cephe kaplama gibi çeşitli ürünler üretiyoruz. Ürünümüz ağaç kesiminin azalmasına destek verdiği için ayrıca çevreci bir ürün özelliği kazanıyor. Ahşap kompozit üretiminde de sıkıntı var, Çin’den gelen kompozit ahşap malzemeler hurda plastik karıştırılarak yapıldığı için fiyatları çok düşük, kalite bozuk, laboratuar kontrolleri olmadığı için gümrüklerden rahatlıkla ürün geçebiliyor. Bizler ise ülkemizde kaliteli üretim yapıp, Çin’le rekabet etmeye çalışıyoruz.
Meslek örgütlerinin, meslek kuruluşlarının ilgili kamu kurumlarına çıkacak yönetmeliklerle ilgili önceden görüş bildirmesi çok önemli bir husustur. Devletin bu kuruluşların görüşlerini almadan sanayi ile ilgili yönetmelikler çıkarması doğru değildir. Elbette devletin gücü yadsınamaz, ancak alınan fi kirlerin ciddi bir ağırlık taşıdığını meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarına hissettirmeleri de yönetmelik maddeleri içinde görülmelidir.
Sanayicilik, bir hastalıktır, tutkudur. Üretim yapmak önemlidir. Bugün Yunanistan’ın yaşadığı soruna bakın en önemli unsurlardan biri üretim yapmamalarıdır. Sanayicilik disiplin gerektirir. Bakın en kurallı yerler sanayi tesisleridir. Üretime giren insan makine ile birlikte çalışıyor. Üretim teknolojiyi takip etmeyi gerektirir. Sanayiciyi yıldırmamak, desteklemek, dinlemek gereklidir ki ülkelerde işsizlik azalsın, kalkınabilsin.
Haberin Kaynağı : PLASFED
27.06.2014