Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu
2024’e Girerken Türkiye Ekonomisi ve Sanayisi Durum Analizi
Türk Sanayisi:
Krizlerin-Afetlerin-Ekonomide Subjektif Tercihlerin Yılı 2023 ve
Gerçeklerle Yüzleşme-Rasyonal Politikalara Dönüş 2024
Türk sanayisinin bugün içinde bulunduğu durum ve bundan sonra izleyeceği rota tamamen ülkenin makro-ekonomik politika ve bu politikayı şekillendiren siyasi iradenin tercihleri ile ilgilidir. Ekonomi bir bilim dalıdır. Söz konusu siyasi tercihler bilimin sınırları yani bugünkü ekonomi yönetiminin tanımladığı şekilde RASYONEL politikalar içinde yapıldığı sürece sorunların boyutu kontrolden çıkmaz, çözümsüzlük noktasına gelmez. Hiç kuşkusuz, küresel krizler, deprem gibi beklenmedik felaketler ekonomide sapmalara, geçici krizlere neden olsalar dahi ekonomi biliminin doğruları bunlarla mücadele etmeye muktedirdir.
Ekonomide ve sanayimizde yaşananları yani durum analizini en yalın, en sade haliyle açıklarsak; Bunun tercümesi İSTİKRAR sorunudur. İstikrarsızlığın kaynağı ise ekonominin aslında yönetilmesi gereken çok basit üç temel parametresi olduğunu bilmemek veya ihmal etmektir. Bunlar; ÜRETİM-ADİL PAYLAŞIM VE TÜKETİM. Söz konusu parametreler arasında sağlıklı denge politikaları oluşturamazsanız ekonomide istikrarı sağlayamazsınız.
Diğer taraftan, ekonominin özünün aslında klasik para-maliye politikalarının ötesinde SERMAYE-EMEK VE TEKNOLOJİ olduğu gerçeğini bilmiyorsanız ülkenin ekonomik sorunlarının sadece para politikaları çözüleceği yanılgısı içinde devam eder, krizler kronikleşir ve sorunların esas kaynağı olan ve büyük ölçüde yeni sermaye birikim modelini-nitelikli insan kaynağı yetiştirmeyi ve dijital teknoloji devrimi tabanlı sanayi devrimlerini-endüstriyel transformasyonu öngören büyük resmi yani yapısal sorunları, yapısal dönüşümü ihmal etmek suretiyle ekonomide kalıcı istikrarı ve güveni sağlayamazsınız.
Tüm bu dönüşümü gerçekleştirmek, istikrar ve sürdürülebilir bir kalkınmaya geçmek için sadece ekonomi yönetiminin bilimsel doğruları yapması yeterli değildir. En başta Adalet Bakanlığının yani hukukun, nitelikli insan kaynağı yetiştirmekten sorumlu Milli Eğitim Bakanlığının, sermaye-emek arasında sosyal diyalog-sosyal konsensüs-sosyal adalet sağlamaktan sorumlu Çalışma Bakanlıklarının evrensel kriterlerle tanımlanmış görev alanları ile ilgili icraat yapmaları da gerekmektedir. Çünkü, ekonomide istikrar, güven ve başarı aynı zamanda bu bakanlıkların performansına bağlıdır. Aynı şekilde bir başarısızlık varsa fatura sadece ekonomi yönetimine ait değildir. Türkiye ölçeğinde bu bağlamda görev alanına giren konularda evrensel icraatları ile ekonomi yönetimine destek noktasında en iyi örnek yine doğrudan ekonomi ile bağlantılı olan SANAYİ VE TEKNOLOJİ bakanlığıdır.
Türkiye ekonomisini ayakta tutan büyük oranda KOBİ ve yan sanayi yapılanması ile Türk sanayisidir. Finans sektörüne, sıcak paraya dayalı büyüme ve spekülatif kazançlara dayalı tüketim ekonomisi sanayi, girişimci ve istihdam dostu değildir. Gelişmekte olan Türkiye’nin canlı iç pazara, yüksek döviz kazançlı ihracat ekonomisine kısacası bilimsel gerçeklerin ve zamanın sanayi devrimlerinin ruhuna uygun MİLLİ ÜRETİM EKONOMİSİ inşasına ihtiyacı vardır.
Bu bağlamda, ekonomide gözlemlediğimiz 2023’de de devam eden yanlış algı ve politikalardan bir an evvel uzaklaşmak gerekmektedir. Ekonomi biliminde eski bir paradigma olan düşük ücret stratejisi ve emek üzerinden sermaye biriktirme veya bütçe dengeleme politikalarından ivedilikle vazgeçilmelidir. Emeğin milli gelirden aldığı pay zaten düşük %32 civarında, sermayenin ise yıllar itibariyle sürekli yükselişte % 47, toplumun % 60’a yakını asgari ücret almakta, bunun dışında kalanlar ise açlık ve yoksulluk sınırında ücret geliri elde etmekte, ücret artışlarının da TÜİK-TÜFE’ye göre belirlendiğine göre yani enflasyonun üzerinde nominal artış olmadan yapıldığı başka bir ifade ile, reel ücret artışlarının söz konusu olmadığı bu durumda enflasyonun gerçek nedeni maaşlar-ücretler olamaz. Eğer ücretler yüksek enflasyona ya da Türkiye’de ekonomi yönetiminin iddia ettiği gibi talep enflasyonuna neden olsaydı, milli gelirleri ve ücret düzeyleri Türkiye’den çok daha yüksek olan Avrupa Birliği ülkelerinde bizden daha fazla enflasyon olması gerekirdi. Ayrıca, mevcut ücretlerin söylendiği gibi satın alma gücü olsaydı ya da en azından enflasyondan korunarak ücret artışları yapılsaydı iç pazarı, esnafı canlandırması, bu talebin de üretimde arz artışına ve hatta verimlilikte bir artışa neden olması beklenirdi. Artan üretimin, piyasa da bollaşan malların-ürünlerin fiyat artışını düşürmesi gerekirdi.
Ancak, enflasyon artışındaki esas yüzleşmemiz gereken gerçek Türkiye’deki enflasyonun üretim girdi maliyetlerinden kaynaklandığıdır. Sanayimizin ithal enerji-hammadde ve teknoloji bağımlılığı, yanlış para/kur politikaları enflasyonun gerçek nedenidir. Sadece üretim değil tüketimde de başta ÇİN olmak üzere yanlış ithalat politikaları dışarıya olan bağımlılığı artırmakta cari açığa ve yüksek döviz ihtiyacına neden olmaktadır. Rusya ve Çin ile yapılan tüm ihracat-ithalat ilişkisinde ekside olmakla birlikte fazla verdiğimiz tek yer Avrupa’ya yönelik ticarettir. Enflasyonu körükleyen bir diğer neden de kamu kaynakları ve bütçenin kullanımında yapılan hatalar ve tasarruf sorunudur.
2024’e girerken yeni ekonomi yönetimi ve merkez bankasının faiz düşürmek suretiyle oluşan yüksek enflasyondan kurtulmak için kendi tanımlarıyla rasyonel politikalara Türkçesi faizleri yükseltme politikalarına dönüşle ülkenin dolarizasyon sorunun ile mücadele yolunu seçmiş olmaları para politikalarının rasyonel yönetimi açısından piyasaları özellikle dünya finans çevrelerini rahatlatmış oldu. Sıcak para girişi de olsa net rezervlerde sorun devam etmekle birlikte Merkez Bankası altın ve döviz rezervleri artışındaki olumlu göstergeler. CDS yani Türkiye’ye yatırım yapacaklar açısından önemli olan kredi risk priminin düşmesi, Turizm gelirlerindeki olumlu artış (demek ki bakanlık icraat yapıyor siyaset değil) olumlu sinyaller olarak kabul edilmektedir.
Para politikalarındaki rasyonel dönüşün bir an evvel Türkiye’nin Avrupa Birliği hedeflerine dönmesinde de sağlanması gerekiyor. İhracat için bunun önemini bütün sanayicilerimiz biliyor. Avrupa ile olan ilişkileri ideolojik ya da duygusal tercihlerin ötesinde ekonomik çıkarlar boyutuyla bir mecburiyet ilişkisi olarak görmek hamasetin değil döviz getiren üretim ekonomisinin karın doyurduğunu unutmamak gerekmektedir. Hayatında hiçbir üretim yapmamış, ticari-maddi bir değer yaratmamış sadece kamu maaşları üzerinden siyaset yapmış siyasetçilerin-bürokratların, kamu lüksü ile geçinen insanların en azından ülke çıkarları için birilerinin üretim ekonomisi içinde üretmesi, dünyaya satması yani bu ülke için katma değer yaratması ve döviz kazanması gerektiğini bilmesi gerekiyor. Avrupa Birliği ile olan iyi ekonomik ve ticari entegrasyonlar diğer ülkelerle yaptığımız ticareti de doğrudan olumlu etkilemektedir.
Ekonomide görünen olumsuz havaya rağmen bazı ürünlerde görünen lüks tüketim harcaması, satışlarda yaşanan hareketlilikten milletimiz bundan nasibini alıyor gibi algılanmamalı söz konusu bir azınlığın yarattığı tüketim talebi işler iyiye gidiyor algısı yaratmamalıdır. Restoranlarda gördüğünüz kalabalıklar, trafikte karşılaştığınız lüks arabalar nüfusun %10’na tekabül eden faiz-toprak rantı-kayıt dışı veya spekülatif yollarla elde ettikleri gelirlerle çok iyi yaşayan insanlardır. Bunlar dışında sayıları artık gittikçe azalan yüksek ücret alan yönetici sınıf yani işveren vekilleri-beyaz yakalılar ve elbette iş sahibi zengin sınıf dışında tüketimi tetikleyen bir kesim kalmamıştır. Orta sınıf dahil halkın büyük çoğunluğu bugün düşük gelir sarmalına girmiş durumdadır.
Bu nedenle, 2024 de ekonomi yönetiminden beklentimiz SOSYAL ekonomi modeline bir an evvel geçip, öncelikle gelir adaletsizliği ve eşitsizlikle mücadele etmektir. Servet transferi yerine adil paylaşım yani mili gelir politikalarına geçilmeli, ücret seviyeleri artırmalı, emekli ve emeği üzerinden geçinenler korunmalıdır. Ayrıca, işsizlik, maaşlar, sosyal haklar, sosyal güvence yani sosyal politikalar konusunda da ciddi mesafe almak gerekmektedir. Gıda yani sadece bulgur, makarna vs temel yaşamsal ihtiyaçlarını satın alabilen, diğer tüm ürün ve hizmetlere yönelik satın alma gücü erimiş geniş kitlelerin gelir düzeylerini artırmadan İç pazarı canlandırmak, esnafı ve KOBİ’leri de ayakta tutmak yani ekonominin çarklarını döndürmek mümkün değildir.
Dar gelirli insanlardan, üretim yapanlardan, esnaftan sıkı para politikaları ile daha fazla kemer sıkmak, fedakarlık istemek hem vicdani hem gerçekçi hem bilimsel ekonomik politika değildir. Fedakarlık yapması gereken kesim artık çok yüksek karlardan taviz vermeyen büyük sermaye, bankalar, tefeciler, komisyoncular, zenginler yani toplumun bütçesinin % 90’nını kullanan toplumun %10’u mutlu azınlık olmalıdır. Bu bağlamda, 2024 yılında vergi politikalarında da dar gelirliler, üretim yapanlar ve esnaf lehine rasyonel politikalara dönülmelidir.
Son olarak tüm bu makro-ekonomik gelişmelere rağmen endüstride 5. Sanayi devrimine geçmek, katma değeri yüksek teknolojik ürünler üretmek ve global rekabette söz sahibi olabilmek, dünyada güçlü ekonomiler içinde yer almak için sanayi stratejilerimizi 2024’de yeniden oluşturmalıyız. Tüm ekonomik sektörlerin, iş kollarının ve şirketlerimizin dijital teknoloji-inovasyon ve girişimcilik tabanlı yeni bir sanayi kalkınma modeline hazır hale gelmesi gerekmektedir.
Yüksek nitelikli insan kaynağının, dijital yetenek düzeyinin, çevik firmaların, değişime hızla adapte olan lider yöneticilerin ön plana çıkacağı yeni yılda şirket büyümesi için operasyonel etkinlikler kadar yapay zeka ekonomisine uyum ve dijital stratejik yetkinlikler ön plana çıkacaktır. Rekabet avantajı sağlama noktasında şirkette uygulanacak yapay zeka aplikasyonlarının yanı sıra sürdürülebilirlik ve risk yönetimi önem kazanacaktır.
2024 ile birlikte paylaşım ekonomisi, post-hümanist yaşam, ulusal-uluslararası paydaşlarla sinerji yaratmak, iş birliği geliştirmek, ülke kalkınmasında milli hedeflerde bütünlük arz etmek ahenkli bir koro halinde olmak, kamu ve özel sektörde yeni gelmekte olan bilim dalgası-teknoloji devrimlerini kavrayabilen, küresel vizyona-liderliğe sahip çok eğitimli (master+doktora)çok nitelikli-çok fonksiyonel-çok kültürlü-çok donanımlı yöneticiler ile birlikte ülkenin kalkınması için kamu kaynaklarının bu ülke için değer yaratanlara, üretenlere ve özellikle eğitime-bilime-ar-ge’ye-yeteneğe-dijital girişimci gençlik yetiştirmeye ve gerçek ihtiyaç sahiplerine adil biçimde dağıtılması gerekmektedir.